26 Şubat 2010 Cuma

Yine Bize Hüsran...

Şehrin iki yakasında iki tane stat. Aralarındaki mesafe 15 km bile değil. Birinde sarı kırmızı renklere boyanmış 24.000 kişi, diğerinde sarı lacivert giyinmiş 50.000 kişi. Bir tanesi 1-1'in, diğeri 2-1'in rövanşı için sahaya çıkıyordu. İki takım için de sene başında çok geniş kadrolardan, büyük hedeflerden söz ediliyordu ama dün akşam iki takım da sakatlıklar ve yanlış planlamalar yüzünden ideal kadrolarından çok uzak çıktılar sahaya.

Sezona her önüne gelene 3-4 gol atarak başlayan Galatasaray, forvetlerinin birer birer sakatlanması ve elindeki tek forvetin de genç bir yetenek olan Giovanni Dos Santos uğruna gönderilmesinin ardından artık tam bir savunma takımı oldu. Dün akşam da aslında savunmayı kötü yapmadı. Rakibe toplam 4 pozisyon verdiler, bunlardan 2'si gol oldu. Aynı şekilde 3 tane pozisyon yakalayıp sadece 1 gol atabildiler. Eğer sahada bulunan 6 hakemden bir tanesi (özellikle pozisyona 1,5 metre uzaklıkta olan) 81.dakikada penaltıyı çalıp rakip defansı oyundan atsa bugun Galatasaray büyük ihtimalle S.Lizbon'un rakibi olacaktı. Penaltısı verilmeyen Caner hesabı kendisi kapatmaya kalkınca zaten elenmek kaçınılmaz oldu. 90.dakikada Forlan'ın golü gelmeyip maç uzatmaya gitseydi, 10 kişilik bitkin Galatasaray daha ağır bir sonuçla elenmiş olacaktı.



Şehrin öte yakasında, 50.000 taraftarının önünde 1-1'in rövanşı için sahaya çıkan Fenerbahçe de hemen hemen aynı dertlerden muzdaripti. Tek fark, Fenerbahçe'nin sakatları forvet dışındaki bölgelerdendi. 35.dakikada golü bulup, uzun süre oyunu kilitlemeyi de başardılar ama maçın kopma anında Alex'in kafasının kaleciye gitmesi oyunu çevirdi. Lille'in yüklendiği dakikalarda yine sahneye çıkan Bilica'nın yaptığı faul sonrasında atılan yan topta topu izlemeyi tercih eden Volkan, 20 saniye sonra topu filelerden alırken acaba bu kaçıncı bireysel hatam diye düşünüyor muydu bilinmez. Geçen sene bu zamanlarda , bu statta, Sivas forması altında Fenerbahçe'ye 35 metreden frikik golü atan Bilica da son dakikada 8 metreden topu auta atınca bütün ışıklar söndü.


Büyük yatırımlar, transferler ve hedeflerle yola çıkan iki takım da Avrupa Ligi'nde ilk 16'ya kalamadan elendi. Bundan sonra çok şey yazılır, çizilir. İki hoca da ağır bir şekilde eleştirilip sorgulanacaktır. Sene sonunda şampiyonluğu kapacak ekibin hocası Avrupa faciasını bir nebze de olsa unutturur ama şampiyon olamayan hocanın işi çok zor olacaktır.

25 Şubat 2010 Perşembe

Inanmak

"Yarın iyi bir neticeyle çoğu şeyler daha pozitif olabilir. Yarın bir dönüm noktası olabilir. Biz her zaman pozitif netice için çok çalışıyoruz. Yarın olmazsa Pazar günü de iyi bir netice olabilir."

Daum'un dünkü basın toplantısında söylediklerinden bazılar. Fenerbahçe'nin yıllardır Avrupa'da niye başarılı olamadığı hakkında biraz fikir verebilir. Inanmakla başlar herşey...

23 Şubat 2010 Salı

Kezman'dan Guiza'ya

Gollü geçeceği herkesçe malumdu belki maçın ama bu derece enteresan olacağını çok az kişi tahmin etmiştir. 25'te 2-0'lık galibiyeti yakalayan Fenerbahçe'nin maçı daha ilk yarıda koparaması soyunma odasına gitmeden ilk golü yediği için mümkün olmadı.

Bursa'nın geriden gelip maç çevirme alışkanlığını 2 ay önce Inönü'de, Fenerbahçe'nin de öne geçtiği maçlarda galibiyeti kaçırdığını son 1 ayda muhtelif kereler görmüştük. Dolayısıyla ikinci yarı olanlar ilk bakışta süpriz değil gibi gözükse de Fenerbahçe'nin 40.000 kişinin önünde, normale dönmüş çimlerde maçı kaybetmesi yine de enteresan. Özer'in çıkmasıyla sağ açığa geçen Gökhan'ın yerini yadırgaması, Bilica'nın gün geçtikce daha anlamsız hareketler yapması ve Guiza'nın takımın kimyasını bozması Fenerbahçe'nin dünkü maçta sonunu hazırlayan faktörler oldu.

Guiza'nın da dünkü mağlubiyette rolu büyük. Aslında daha büyük kabahat Guiza'yı sahaya süren Daum'un. Maçtan önce Guiza'nın kaçıracağı ilk gol pozisyonundan sonra tribünde gerginlik olacağı çok barizdi. Tribün homurdandığı için Guiza'nın çıkarılması da olmazdı, dolayısıyla, Guiza'yı kadroya koymak Daum'un yaptığı en büyük yanlıştı. Guiza'nın oyundan çıkarken tribünler tarafından ıslıklanması zaten sarsılmış olan Guiza'yı iyice bitirdi. 3 sene önce Kezman yüzünden şampiyonluğu kaybeden Fenerbahçe'de bu sene de aynı senaryo Guiza sayesinde yaşanabilir...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Kim Kazandı Kim Kaybetti ?

Bugunkü gazetelerin çoğunun manşetinde yazan "Ikisine de yaramadı" yorumuna katılmam mümkün değil. Belki beraberlik golünü 82.dakikada yemek Galatasaray'ı biraz üzmüş olabilir ama maç başlamadan beraberlik teklif edip kabul cevabı alacağınız cok fazla Galatasaraylı vardı.

Seyirci avantajı ile oyuna başlayan Beşiktaş, yine Denizli'nin enteresan bir kadro denemesine kurban gitti. Tello'nun oyunda kaldığı sürece hiçbir olumlu hareket yapmaması, Tabata'nın da kenarda beklemesi Beşiktaş'ın tüm hücum organizasyonlarının Ernst-Fink ve Uğur'un yaptığı hatalar yüzünden Ekrem'in bindirme ve ortalarından geldi. Denizli'nin 60'tan sonra oynadığı Bobo, Nihat ve Yusuf kartlarıysa beklenen yüklenmeyi yaratamadı.

Buna karşılık Galatasaray, ilk 20 dakikadaki baskıyı atlattıktan sonra özellikle oyunu ilk yarıda kilitlemeyi tercih etti. Maçın genelinde de Arda, Elano ve Keita gibi fark yaratan oyuncularla topu ilerde tutup Beşiktaş'ın top tüfek üzerine gelmesini engellemeye çalıştı. Arda'nın sakatlanıp çıkmasından sonra Rijkaard'ın Elano'yu oyundan alması ne kadar anlamsızsa, Jo'nun oyuna girdikten sonra yaptıkları ilerisi için o derece umut vericiydi.

Sonuçta Galatasaray iki A.Madrid maçı arasında gittiği İnönü'den 1 puanla döndü. Arda'nın sakatlığı ciddi olmadığı takdirde kaybedilen bir şey yok. Beşiktaş'tan bir sezonda 4 puan almak kesinlikle başarısızlık değildir. Beşiktaş'ın bugun bir eksik maçı ve hükmen kazanacağı Ankaraspor maçları sonrasında tekrar potaya girmesi kimse için süpriz olmayacak.